N'apıyoruz? Harekete geçiyoruz!
Alev Esmer
Ortak bir cevap verecek olursak, şöyle olur...
İlkel beynimiz olası tehlikeleri algılamak üzere teyakkuzda bulunuyor. Nasıl mı?
Örnek verecek olursak, basit bir el çırpma sesinden, yere düşen bardağın sesinden bile irkiliyoruz.
Bazılarımız kalabalığa girmekten, zaruri ihtiyaclar dışında alışveriş yapmaktan geri duruyor.
Evlatlarımızı mümkün olduğunca yakınımızda istiyor, gözümuzden ayırmak istemiyoruz.
Kısaca kimimiz az kimimiz çok örselendiğimizi hissediyoruz yaşananlardan dolayı. Kendi istegimiz dışında, kimimiz kaçınarak, kimimiz yok sayarak, aşırı öfkelenerek v.b. farklı şekillerde tepki veriyoruz. . Burada anahtar duygu "örselenmek". Yani bu his var ise durup bir kendimize bakmamız gerekiyor.
Peki bir kendimize bakalım, bize ne oluyor? Karşılaştıklarını iyi/kötü, siyah/beyaz, tehlikeli/güvenli olarak kategorize eden beynimizin ilkel kısmı güvende olduğumuzu bilene dek diken üstünde kalmaya devam ediyor.
Olanı tespit edip, kendimize baktıktan sonra üstesinden nasıl geleceğimizi öğrenip uygulamaya geçme vaktimiz gelmiş demektir. Eğer buraya kadar kendimizde olup biteni anlayamadıysak tekrar başa dönebiliriz.
İyiye güzele bakmak, iyi şeyler işitmek, iyi şeyler yapmak, faydalı şeylerle meşgul olmak mantığımıza yapay bir mutluluk hali yani "-mış gibi yapmak" gibi gelse de gerçekte bu teyakkuz halinden kurtulma da egzersiz olarak değerlendirildiğinde çok işe yarıyor.
Yani diyeceğim o ki; acıyı yaşamalı fakat kendini hayattan soyutlamadan işe yarar halde kalmak(ruh sagligini korumak) için de kendi kendine destek olmalıyız. Nasıl ki süt veren anne aç olmasa da evladını beslemek için yemek yer. Aynı şekilde ruhunu beslemek için de ruhen beslenmek zorundayız.
Çocuklarımıza ve kendimize bunu borçluyuz.
N'apıyoruz? Harekete geçiyoruz!